|
|
|
Esmâ-i Husnâ, Allah'ın güzel isimleri demektir.
Bir âyet-i kerîmede:
"En güzel isimler O'nundur (Allah'ındır)" (Haşr: 24)
buyurulmaktadır.
Diğer bir âyette de; en güzel isimlerin Allah'a ait olduğu
belirtildikten sonra, bu isimlerle dua edilmesi tavsiye
olunmaktadır (A'râf: 180).
Allah'ın isimleri tevkifîdir. Yâni, Allah hakkında ancak
âyet ve hadîslerde zikri geçen ve söylenmesine izin verilmiş
olan isimler kullanılabilir. Rastgele isim izafe edilemez.
Esmâ-i Husnâ ile ilgili olarak Buhârî ve Müslim'de:
"Allah'ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse (îman eder
ve ezbere sayarsa) Cennete girer" buyurulmuştur.
"Kim bunları (Esmâ-i Husnâ'yı) mânâlarını anlayarak sayar,
bunlarla Allah'ı zikrederse Cennete girer."
Şâh-ı Nakşıbend Hz.leri bu hadîsle ilgili olarak buyurur ki:
"Bu hadîs-i şerîfteki Ahsâ kelimesinin bir mânası,
saymaktır. Diğer bir mânası ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip
bilmektir. Bir mânası da, bu esmâ-i şerîfin mûcibince amel
etmektir. Meselâ: Rezzâk ismini söylediği zaman, rızkı için
asla endişe etmemeli. Mütekebbir ismini söyleyince, Allahü
Teâlâ'nın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir." |
Hadîslerde zikri geçen 99 isim şunlardır:
Allah,
er-Rahmân, er-Rahîm,
el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm,
el-Mü'min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr,
el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bâri', el-Musavvir, el-Gaffâr,
el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm,
el-Kâbıd,
el-Bâsıt, el-Hâfıd, er-Râfi, el-Muiz, el-Müzill,
es-Semi', el-Basîr,
el-Hakem, el-Adl, el-Lâtîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm,
el-Gafûr,
eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukît, el-Hasîb,
el-Celîl,
el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi', el-Hakîm, el-Vedûd,
el-Mecîd,
el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn,
el-Veliyy,
el-Hamîd,
el-Muhsî, el-Mübdî, el-Muîd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy,
el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir,
el-Muktedir,
el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir,
el-Bâtın, el-Vâli,
el-Müteâlî, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntakim, el-Afüvv,
er-Raûf,
Mâlikü'l-Mülk,
Zü'l-Celâli ve'l-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi',
el-Ganiyy, el-Muğni, el-Mâni', ed-Dârr, en-Nâfi',
en-Nûr, el-Hâdi, el-Bedî', el-Bâkî,
el-Vâris, er-Reşîd,
es-Sabûr.
ALLAH
Bu ism-i
şerif, Cenâb-ı Hakk'ın has ismidir. Bu itibarla
diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları
ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise,
yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Bu bakımdan
Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz.
Bu isim, Allah'tan başkasına ne
hakikaten ve ne de mecazen verilemez. Diğer
isimlerin ise, Allah'tan başkasına isim olarak
verilmesinde bir mahzur yoktur. İnsanlara Kadir,
Celâl ismini vermek gibi. Yalnız bu isimlerin
başına, insanlara izafe edildiklerinde, "kul"
mânâsına gelen "abd" kelimesinin ilâvesi güzeldir.
Abdülkadir ismi gibi... |
|
er-RAHMÂN
Ezel'de
bütün yaradılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade
buyuran;
Sevdiğini, sevmediğini ayırdetmiyerek bütün
mahlûkatını sayısız nimetlere garkeden...
Hayatları için lüzumlu olan bütün
rızıkları veren... |
|
er-RAHÎM
Pek
ziyade merhamet edici;
Verdiği
nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî
nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı...
Rahmân ism-i şerîfinden Allah
Teâlâ'nın ezelde bütün mahlûkatı için hayır ve
rahmet irade buyurduğu anlaşılır. Rahîm ism-i şerîfi
ise, mahlûkatı arasında irade sahipleri, hususan
mü'minler için rahmet-i İlâhiyyenin tecellisini
ifade eder. |
|
el-MELİK
Bütün
mahlûkatın hakikî sâhibi ve mutlak hükümdârı...
Allah'ın, ne zâtında ve ne de
sıfatında hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur. Bilâkis
herşey zâtında, sıfâtında, varlığında ve varlığının
devamında O'na muhtaçtır. Bütün kâinatın hakikî
sâhibi, mutlak hükümdârıdır. |
|
el-KUDDÛS
Hatâdan,
gafletten, aczden ve her türlü eksiklikten çok uzak
ve pek temiz...
Allah,
hissin idrâk ettiği, hayâlin tasavvur ettiği, vehmin
tahayyül ettiği, fikrin tasarladığı her vasıftan
münezzeh ve müberradır. O hatâdan, gafletten,
acizden ve her türlü eksiklikten çok uzak ve pek
temiz olandır. Bu bakımdan her türlü takdîse
lâyıktır.
İnsan su'-i ihtiyârı karışmadığı
müddetçe kâinatta fıtrî olarak bulunan umumî
temizlik hakikatı da, Cenâb-ı Hakk'ın KUDDÛS isminin
tecellîsidir. |
|
es-SELÂM
Her çeşit
ârıza ve hâdiselerden sâlim kalan;
Her türlü
tehlikelerden kullarını selâmete çıkaran;
Cennet'teki bahtiyar kullarına selâm eden...
Bu ism-i şerif, Kuddûs ismi ile yakın
bir mânâ ifade etmekte ise de Selâm ismi, daha
ziyade istikbale aittir. Yani, Cenâb-ı Hakk'ın gerek
zâtı, gerek sıfatı ileride en ufak bir tegayyüre,
bir değişikliğe, bir za'fa uğramaktan münezzehtir.
O, ezelde nasılsa ebedde de öyledir. |
|
el-MÜ'MİN
Gönüllerde îman ışığı yakan, uyandıran;
Kendine
sığınanlara aman verip onları koruyan,
rahatlandıran...
Allah
Teâlâ, kalblere îman ve hidâyet bağışlayarak
oralardan şübhe ve tereddüdleri kaldırmıştır.
Kendine sığınanlara aman verip
korumuş, emniyetle rahatlandırmıştır. |
|
el-MÜHEYMİN
Gözetici
ve koruyucu...
Allah, yarattığı mahlûkatının
amellerini, rızıklarını, ecellerini bilip muhafaza
eder. Bütün varlığı görüp gözeten, yetiştirip
varacağı noktaya ulaştıran ancak O'dur. Hiçbir
zerre, hiçbir lâhza, Onun bu lûtuf ve âtıfetinden
boş değildir. |
|
el-AZÎZ
Mağlûb
edilmesi mümkün olmayan galib.
Bu ism-i
şerîf, kuvvet ve galebe mânâsına gelen İZZET
kökünden gelir. Allah Teâlâ mutlak sûrette kuvvet ve
galebe sâhibidir.
İzzet sıfatı, Kur'an'da birçok
yerlerde azab âyetleri bahsinde gelmiştir. Fakat bu
ism-i şerîfin yine birçok defa Hakîm ism-i şerîfi
ile birleştiği görülür. Bunun mânası: Allah
Teâlâ'nın kudreti galibdir, fakat hikmeti ile
kötülerin cezasını te'hir eder, kötülük edip
durmakta olan insanları cezalandırmakta acele etmez,
demektir. |
|
el-CEBBÂR
Kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan;
Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan...
Bu ism-i
şerif cebir maddesindendir. Cebir, "kırık kemiği
sarıp bitiştirmek, eksiği bütünlemek" mânasına
geldiği gibi, "icbar etmek", yani, "zorla iş
gördürmek" mânasına da gelir.
Bu mânaya
göre Allah Teâlâ Cebbâr'dır. Yani, kırılanları
onarır, eksikleri tamamlar, her türlü perişanlıkları
düzeltir, yoluna kor.
Cebbâr'ın ikinci mânasına göre de;
Allah Teâlâ kâinatın her noktasında ve her şey
üzerinde dilediğini yaptırmağa muktedirdir. Hüküm ve
iradesine karşı gelinmek ihtimali yoktur. |
|
el-MÜTEKEBBİR
Her şeyde
ve her hâdisede büyüklüğünü gösteren...
Büyüklük ve ululuk, ancak Allah'a
mahsustur, varlığı ile yokluğu Allah'ın bir tek
emrine ve iradesine bağlı bulunan kâinattan hiçbir
mevcut, bu sıfatı takınamaz. |
|
el-HÂLIK
Herşey'in
varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği
halleri hâdiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre
yaratan, yoktan vâr eden...
Bu ism-i
şerîfin mânasında iki husus vardır:
1. Bir
şey'in nasıl olacağını tayin ve takdir etmek,
2. O takdire uygun olarak o şey'i
îcad etmek. |
|
el-BÂRİ'
Eşyayı ve
her şey'in âzâ ve cihazlarını birbirine uygun bir
halde yaratan...
Her şey'in vücudu mütenasib, yani,
âzası, hayat cihazları ve aslî unsurları keyfiyet ve
kemmiyet bakımından birbirine münasib olarak
yaratıldığı gibi, hizmeti ve faydası da umumî âhenge
uygun yaratılmıştır. |
|
el-MUSAVVİR
Tasvîr
eden, herşey'e bir şekil ve hususiyet veren...
Allah
Teâlâ herşey'e bir sûret, bir özellik vermiştir.
Herşey'in kendisine göre şekli, dıştan görünüşü
vardır ki, başkalarına benzemez.
Meselâ:
İnsanlar arasında tamamiyle birbirinin aynı iki
insan yoktur.
Bundan
daha garibi, parmak uçlarındaki çizgilerdir. Bu
çizgiler, insanların sayısı kadar değişik gidiyor ve
hiçbiri ötekine uymuyor. Şu halde insanın hiç taklit
olunamayacak imzası, bastığı parmak izidir.
İşte bunlar, Allah Teâlâ'nın MUSAVVİR
isminin tecellîleridir. |
|
el-ĞAFFÂR
Mağfireti
pek bol olan...
Gafr, örtmek ve sıyânet etmek
(korumak) mânâsınadır. Allah mü'minlerin günahlarını
örter. Dilediği kullarını da günahlardan sıyânet
eder, korur. Bu, onlar için en büyük nimetlerden
biridir. |
|
el-KAHHÂR
Herşey'e,
her istediğini yapacak surette galib ve hâkim...
Kahr, bir şey'e, onu hor ve hakîr
kılacak veya mahv ve helâk edebilecek sûrette galib
olmaktır. Allah Teâlâ Kahhâr'dır, her vechile üstün
ve daima galibdir. Kuvvet ve kudretiyle her şey'i
içinden ve dışından kuşatmıştır. Hiçbir şey O'nun bu
ihâtasından dışarı çıkamaz. Ona karşı herşey'in
boynu büküktür. Kahrına yerler, gökler dayanamaz.
Kahr ile nice azıp sapmış ümmetleri ve milletleri
mahv ve perişan etmiştir. |
|
el-VEHHÂB
Çeşit
çeşit nimetleri devamlı bağışlayıp duran...
Bu isim, Vehhâb kelimesi hibe
kökünden gelmektedir. Hibe, "herhangi bir karşılık
ve menfaat gözetmeden birine bir malı bağışlamak"
mânasınadır. Vehhâb ise, "Her zaman, her yerde ve
her şey'i çok çok ve bol bol veren ve karşılık
beklemeyen" demektir. |
|
er-REZZÂK
Yaratılmışlara, faydalanacakları şeyleri ihsân
eden...
Rızık,
Allah Teâlâ'nın bilhassa yaşayan mahlûkatına
faydalanmalarını nasib ettiği her şeydir. Rızık
yalnız yenilip içilecek şeylerden ibaret değildir.
Kendisinden faydalanılan herşey'e rızık denir.
Maddî
rızık, her türlü yiyecek ve içecek, giyilecek ve
kullanılacak eşya, para, mücevher, çoluk-çocuk,
vücudun çalışma kudreti, bilgi, mal-mülk, servet
v.s. gibi şeylerdir.
Mânevî rızık ise, ruhun ve kalbin
gıdası olan şeylerdir. Başta îman olmak üzere
insanın mânevî hayatına ait bütün duygular ve o
duyguların ihtiyacı olan şeyler, hep mânevî
rızıktır. |
|
el-FETTÂH
Her türlü
müşkilleri açan ve kolaylaştıran...
Fettâh
kelimesi, feth'den gelmektedir. Feth ise, "kapalı
olan şey'i açmak" mânasınadır.
Kapalı
bir şey'i açmak:
a. Maddî
olur; bir kapıyı, bir kilidi açmak gibi.
b. Mânevî
olur; kalbden tasaları, kederleri atıp gönlü açmak
gibi.
Bitkilerin çiçek açması, tohum ve
çekirdeklerin sünbül vermesi, rızık ve rahmet
kapılarının açılması hep Fettâh ism-i şerifinin
tecellîsindendir. |
|
el-ALÎM
Her şey'i
çok iyi bilen...
Allah, her şey'i tam mânasıyla bilir.
Her şey'in, içini, dışını, inceliğini, açıklığını,
önünü, sonunu, başlangıcını, bitimini çok iyi
bilendir O. Olmuşları bildiği gibi, olacakları da
aynı şekilde bilir. Onun için, olmuş - olacak, gizli
- açık söz konusu değildir. Bunlar, insanlar
hakkında geçerli olan mefhumlardır. İnsanların
bilmesi nisbî ve ârızîdir. Allah'ın bilmesi ise, -
bütün isim ve sıfatlarında olduğu gibi - zâtî'dir.
Onun için O'nun bilmesinde dereceler bulunmaz. |
|
el-KÂBID
Sıkan, daraltan... |
|
el-BÂSIT
Açan,
genişleten...
Bütün
varlıklar Allah Teâlâ'nın kudret kabzasındadır.
İstediği kulundan, ihsân ettiği servet ve sâmânı,
evlâd ve iyâli, yahut hayat zevkini, gönül
ferahlığını alıverir. O adam zenginken fakir olur,
yahut evlâd acısına boğulur, yahut iç sıkıntısına,
ıstırap ve huzursuzluk içine düşer.
İşte bu
haller, Kâbıd isminin tecellileridir.
Allah, istediği kuluna da yepyeni bir
hayat verir, neş'e verir, rızık bolluğu verir, bu da
Bâsıt isminin tecelliyatıdır. |
|
el-HÂFID
Yukarıdan
aşağıya indiren, alçaltan...
Allah Teâlâ, istediği kulunu
yukarıdan aşağı atıverir. Şan ve şeref sâhibi iken,
rezîl ve rüsvây eder ve bu muamelesi çok defa,
kendisini tanımıyan, emirlerini dinlemeyen âsiler,
başkalarını beğenmiyen mütekebbirler ve hak, hukuk
tanımayan zâlim zorbalar hakkında tecellî eder. |
|
er-RÂFİ'
Yukarı
kaldıran, yükselten...
Allah
Teâlâ, istediği kulunu indirdiği gibi, istediği
kulunu da yükseltir. Şan ve şeref verir. Bâzı
gönülleri îman ve irfan ışığı ile parlatır, yüksek
hakikatlardan haberdâr eder.
Allah'ın yükselttiği insanlar, çok
defa melek huylu, tatlı dilli, insanların
ayıplarını, kusurlarını örtüp eksiklerini
tamamlayan; onlara malıyla, bedeniyle, bilgisiyle,
nasihatiyle yardım eden nâzik, kibar insanlardır.
Onlar bu istikametten ayrılmadıkça Allah da bu
nimeti kendilerinden almaz. |
|
el-MU'IZZ
İzzet veren, ağırlayan... |
|
el-MÜZİLL
Zillete
düşüren, hor ve hakîr eden...
İzzet ve
zillet, birbirine zıd mânalardır. İzzet kelimesinde
"şeref ve haysiyet", Zillet kelimesinde ise
"alçaklık" mânası vardır.
Bunlar hep Allah Teâlâ'nın, mahlûkatı
üzerindeki tasarrufları cümlesindendir. |
|
es-SEMİ'
İyi
işiten...
Allah Teâlâ işitir. Kalblerimizdeki
sözleri ve işitilmek şânından olan her şey'i işitir.
Mesafeler, onun işitmesine perde olamaz. Birini
işitmesi, ötekilerini işitmesine mâni olmaz. Her
hâdiseyi aynı derece açık olarak işitir. |
|
el-BASÎR
İyi
gören...
Allah Teâlâ herkesin gizli açık
yaptığını ve yapacağını görüp durmaktadır.
Karanlıklar O'nun görmesine mâni olamaz. Karanlık
gibi, yakınlık - uzaklık, büyüklük - küçüklük gibi
insanların görmelerine engel olan şeyler de O'nun
görmesine mâni olmaz. |
|
el-HAKEM
Hükmeden,
hakkı yerine getiren...
Allah Teâlâ Hâkim'dir, her şey'in
hükmünü O verir ve hükmünü eksiksiz icra eder.
Hâkimlerin hâkimliğine, hükümdarların hükümdarlığına
hüküm veren de ancak O'dur. O'nun hükmü olmadan
hiçbir şey, hiçbir hâdise meydana gelemediği gibi,
O'nun hükmünü bozacak, geri bıraktıracak, infazına
mâni olacak hiçbir kuvvet, hiçbir hükûmet, hiçbir
makam da yoktur. |
|
el-ADL
Tam
adâletli...
Adalet,
zulmün zıddıdır. Zulüm kelimesinde; incitme, can
yakma mânası vardır. Zulmetmiyerek herkese hakkını
vermek ve her şey'i akıl ve mantığa, hikmet ve
maslahata uygun olarak yapmak da adalet demektir.
Allah Teâlâ Âdil'dir. Zâlimleri
sevmez. Zâlimlerle düşüp kalkanları ve hattâ sadece
uzaktan onlara imrenenleri ve sevenleri de sevmez. |
|
el-LÂTÎF
En ince
işlerin bütün inceliklerini bilen, nasıl yapıldığına
nüfuz edilemeyen en ince şeyleri yapan;
İnce ve
sezilmez yollardan kullarına çeşitli faydalar
ulaştıran...
Allah Teâlâ Lâtîf'dir. En ince
şeyleri bilir. Çünkü onları yaratan O'dur. Nasıl
yapıldığı bilinmiyen, gizli olan en ince şeyleri
yapar. |
|
el-HABÎR
Her
şey'in iç yüzünden, gizli taraflarından haberdar
olan...
En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün
eşya ve hâdiselerden Allah haberdardır. Onun haberi
olmadan hiçbir hâdise cereyan etmez. |
|
el-HALÎM
Hilm,
suçluların cezasını vermeye gücü yetip dururken bunu
yapmamak, onlar hakkında yumuşak davranmak ve
cezalarını geriye bırakmaktır. Suçluyu
cezalandırmağa iktidarı olmayana halîm denmez.
Halîm, kudreti yettiği halde, bir hikmete binaen
cezalandırmayana denir.
Allah Teâlâ Halîm'dir. Her günah
işleyeni hemen cezalandırmaz. Hışım ve gazabda acele
etmez, mühlet verir. Bu mühlet içinde yaptıklarına
pişman olup tevbe edenleri afveder. Israr edenler
hakkında, hüküm artık kendisine kalmıştır. |
|
el-AZÎM
Bütün
büyüklüklerin sâhibi...
Azamet, büyüklük mânasınadır. Hakikî
büyüklük Allah'a mahsustur. Yerde, gökte, bütün
varlık içinde mutlak ve ekmel büyüklük, ancak
O'nundur ve herşey O'nun büyüklüğüne şâhiddir. Bu
sıfatta da Allah'a herhangi bir denk bulunması
muhaldir. |
|
el-ĞAFÛR
Mağfireti
çok...
Allah
Teâlâ'nın mağfireti çoktur. Bir kulun kusuru ne
kadar büyük ve çok olursa olsun onları örter,
meydana çıkarıp da sâhibini rezîl etmez.
Kusurları insanların gözünden
gizlediği gibi, melekût âlemi sâkinlerinin gözünden
de gizler. İnsanların görmediği bâzı şeyleri melekût
âlemi sâkinleri görürler. Gafûr ism-i şerîfi,
kusurların onların gözünden de gizlenmesini ifade
eder. |
|
eş-ŞEKÛR
Kendi
rızâsı için yapılan iyi işleri, daha ziyadesiyle
karşılayan...
Şükür,
iyiliği, iyilikle karşılamak demektir. Şükür, Allah
Teâlâ'ya karşı kulun yapması gereken bir
vazifesidir.
Şekûr ise, az tâat karşılığında çok
büyük dereceler veren, sayılı günlerde yapılan amel
karşılığında âhiret âleminde sonsuz nimetler
lûtfeden demektir. Bu mânaya Allah'dan başka hakikî
sâhip yoktur. |
|
el-ALİYY
Her
hususta, herşeyden yüce olan...
Allah
Teâlâ yücedir, yüksektir.
Yüksekliğin hakikî mânası şudur:
1. Allah'tan daha üstün bir varlık
düşünülmesi imkânsızdır.
2. Bir benzeri veya ortağı veya yardımcısı yoktur.
3. Şânına yaraşmayan her şeyden uzaktır.
4. Kudrette, bilgide, hükümde, iradede ve diğer
bütün kemâl sıfatlarında üstündür. Şu halde Aliyy,
her şey kendisinin dûnunda, emrinde ve hükmü altında
olan Zât demektir. |
|
el-KEBÎR
Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülemeyen...
Allah Teâlâ kibriyâ sâhibidir.
Kibriyâ, zâtın kemâli demektir. Her bakımdan büyük,
varlığının kemâline hudut yoktur. Bütün büyüklükler
O'na mahsustur. |
|
el-HAFÎZ
Yapılan
işleri bütün tafsilâtıyla tutan, her şey'i belli
vaktine kadar âfât ve belâlardan saklıyan...
Hıfz,
korumak, demektir. Bu koruma iki şekilde olur.
Birincisi, varlıkların devamını sağlamak, muhafaza
etmektir.
İkincisi,
birbirlerine zıd olan şeylerin, yekdiğerlerine
saldırmasını önlemek, birbirlerinin şerrinden onları
korumaktır.
Allah her mahlûkuna, kendine zararlı
olan şeyleri bilecek bir his ilham buyurmuştur. Bu
Hafîz ism-i şerîfinin tecelliyatındandır. Bir hayvan
kimyevî tahlil raporuna muhtaç olmadan kendine
zararlı otları bilir ve onları yemez. Kulların
amellerinin yazılması, zâyi olmaktan korunması da
Hafîz isminin iktizasıdır. Bu bakımdan âhirette
yeniden dirilme ve yaptıklarından hesaba çekilme ile
Hafîz isminin yakından alâkası vardır. |
|
el-MUKÎT
Her
yaratılmışın azığını ve gıdasını tayin eden,
azıkları beden ve kalblere gönderen...
Bu mânaya göre Mukît, Rezzak
mânasınadır. Yalnız Mukît, Rezzâk'tan daha
hususîdir. Rezzak, azık olanı da olmayanı da içine
alır. |
|
el-HASÎB
Herkesin
hayatı boyunca yapıp ettiklerinin, bütün tafsilât ve
teferruatiyle hesabını iyi bilen;
Her şey'e
ve herkese her ihtiyacı için kâfi gelen...
Allah
Teâlâ, neticesi hesapla bilinecek ne kadar miktar ve
kemmiyet varsa hepsinin neticelerini hiçbir
ameliyeye (işleme) muhtaç olmadan doğrudan doğruya
ve apaçık bilir.
Allah Teâlâ, herkese her ihtiyacı
için kâfidir. Bu kifâyet, O'nun varlığının devam ve
kemâlini gösterir. |
|
el-CELÎL
Celâdet,
ululuk ve heybet sâhibi, celâl sıfatları ile
muttasıf...
Celâdet ve ululuk, Allah'a mahsustur.
Onun zâtı da büyük, sıfatları da büyüktür. Fakat bu
büyüklük, cisimlerdeki gibi hacim veya yaşlılık
itibarı ile değildir. Zamanla ölçülmez, mekânlara
sığmaz. |
|
el-KERÎM
Keremi,
lütuf ve ihsânı bol...
Allah vaad ettiği zaman sözünü yerine
getirir, verdiği zaman son derece bol verir,
muktedirken afveder. |
|
er-RAKÎB
Bütün
varlıklar üzerinde gözcü, bütün işler murakabesi
altında bulunan...
Bir şey'i
koruyan ve devamlı kontrol altında bulundurana rakîb
derler; bu da bilgi ve muhafaza ile olur.
Allah Teâlâ, bütün varlıkları her
lâhza gözetip duran bir şâhid, bir nâzırdır. Hiçbir
şey'i kaçırmaz. Her birini görür ve herkesin
yaptığına göre karşılığını verir. |
|
el-MÜCÎB
Kendine
dua edip yalvaranların isteklerini işitip cevab
veren, onları cevabsız bırakmayan...
Burada bir hususu iyi bilmek gerekir:
Cevab vermek ayrıdır, kabûl etmek ayrıdır. Âyet-i
kerîmede, Allah tarafından her duaya cevab
verileceği va'dedilmiştir. Fakat kabûl edileceği
va'dedilmemiştir. Zira kabûl edip etmemek Cenâb-ı
Hakk'ın hikmetine bağlıdır. Hikmeti iktiza ederse
istenenin aynını, aynı zamanda kabûl eder. Dilerse
istenenin daha iyisini verir. Dilerse o duâyı âhiret
için kabûl eder, dünyada neticesi görülmez. Dilerse
de kulun menfaatine uygun olmadığı için hiç kabûl
etmez. |
|
el-VÂSİ'
Geniş ve
müsaadekâr...
Allah'ın ilmi, rahmeti, kudreti, afv
ve mağfireti geniştir ve her şey'i kaplamıştır.
Allah'ın ilminden hiçbir şey gizlenemez, ikram ve
ihsanına bir nihayet yoktur. |
|
el-HAKÎM
Bütün
işleri hikmetli...
Allah Hakîm'dir. Faydasız, boş ve
tesadüfî bir işi yoktur. Her emir ve filinin her
yönüyle sonsuz fayda ve maslahatları vardır. Her
yarattığı mahlûk, her yaptığı iş bütün kâinat nizamı
ile alâkalıdır. Kâinatın umumî nizamı ile tenâkuz
teşkil eden hiçbir hâdise, bir mahlûk, bir iş
yoktur. |
|
el-VEDÛD
İyi
kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren,
sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya biricik lâyık
olan...
Vedûd'un
iki mânası vardır: 1. Seven, 2. Sevilen.
Allah Teâlâ, kullarını çok sever,
onları lütuf ve ihsanına garkeder. Sevilmeye lâyık
ve müstehak olan da ancak O'dur. |
|
el-MECÎD
Zâtı
şerefli, ef'âli güzel olan, her türlü övgüye lâyık
bulunan...
Bu ism-i
şerîfin mânasında iki mühim unsur vardır:
Biri:
Azamet ve kudretinden dolayı yaklaşılamaz olmak.
İkincisi: Yüksek huylarından, güzel
işlerinden dolayı övülüp sevilmek... |
|
el-BÂİS
Ölüleri
diriltip kabirlerinden kaldıran; gönüllerde saklı
olanları meydana çıkaran...
Allah Teâlâ insanları, onlar ölüp
toprak olduktan sonra âhiret günü dirilterek
kabirlerinden kaldıracak ve ruhları ile cesedleri
birlikte olarak hesaplarını görecek, sonra da yine
ruh ve cesedleri birlikte olarak mükâfat veya
cezalarını verecektir. |
|
eş-ŞEHÎD
Her
zamanda hâdiselerin dış yüzünü bilen ve her yerde
hâzır ve nâzır olan...
Allah, mutlak surette herşey'i
bilmesi bakımından Alîm'dir. Hâdiselerin esrarını,
iç yüzünü bilmesi yönünden Habîr'dir. Dış yüzünü
bilmesi yönünden de Şehîd'dir. |
|
el-HAKK
Varlığı
hiç değişmeden duran...
Hakk, varlığı hakikî bulunan zâtın
ismidir. Yani, varlığı daima sâbittir. Allah
Teâlâ'nın zâtı, yokluğu kabûl etmediği gibi,
herhangi bir değişikliği de kabûl etmez. Hakikaten
vâr olan yalnız Allah'tır. |
|
el-VEKÎL
Usûlüne
uygun şekilde, kendisine tevdi edilen işleri en
güzel şekilde neticelendiren...
Kendisine iş ısmarlanan zâta vekîl
denir. Allah Teâlâ en güzel ve en mükemmel
vekîl'dir. İşlerin hepsini tedvîr, tedbîr ve idare
eden O'dur. Fakat kendisi hiçbir işinde vekîle
muhtaç değildir. Allah Teâlâ, kendisine tevekkül
edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştırır. |
|
el-KAVİYY
Çok kuvvetli... |
|
el-METÎN
Çok
sağlam...
Kuvvet,
tam bir kudrete delâlet eder. Metânet ise, kuvvetin
şiddetini ifade eder.
Allah'ın
kuvveti de öteki sıfat ve isimleri gibi
nâ-mütenâhîdir, tükenmez, gevşemez, hudut içine
sığmaz, ölçüye gelmez. Allah'ın kudreti bahsinde
zorluk - kolaylık söz konusu değildir. Bir yaprağı
yaratmakla kâinatı yaratmak birdir.
Allah Teâlâ tam bir kuvvet sahibi
olmak bakımından, Kaviyy, gücünün çok şiddetli
olması bakımından Metîn'dir. |
|
el-VELİYY
İyi
kullarına dost olan, yardım eden...
Allah, sevdiği kullarının dostudur.
Onlara yardım eder. Sıkıntılarını, darlıklarını
kaldırır, ferahlık verir. İyi işlere muvaffak kılar.
Her çeşit karanlıklardan kurtarır, nurlara çıkarır.
Artık onlara korku ve hüzün yoktur. Herkesin
korktuğu zaman, onlar korkmazlar. |
|
el-HAMÎD
Ancak
kendisine hamd ü senâ olunan, bütün varlığın diliyle
biricik övülen, medhedilen...
Hamd;
ihsan sâhibi büyüğü övmek, tâzim fikri ve teşekkür
kasdiyle medh ü senâ etmektir.
Her mevcûd, hâl diliyle olsun, kâl
diliyle olsun, Allah Teâlâ'yı tesbih ve takdîs
etmektedir. Bütün hamd ü senâlar O'na mahsustur.
Hamd ve şükürle kendisine tâzim ve ibâdet olunacak
veliyy-i nimet ancak O'dur. |
|
el-MUHSÎ
Herşey'in
sayısını bir bir bilen...
İlmi
herşey'i ihâta eden ve herşey'in miktarını bilip
eksiksiz tastamam sayabilen Allah'dır.
Allah Teâlâ, herşey'i olduğu gibi
görür ve bilir, yani, bütün mevcûdatı toptan bir
yığın hâlinde birbirinden seçilmez karışık bir
şekilde değil; cinslerini, nev'ilerini, sınıflarını,
ferdlerini, zerrelerini birer birer saymış gibi
gayet açık görür ve bilir. |
|
el-MÜBDİ'
Mahlûkatı
maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan...
Mübdi, bir mânada îcad demektir. Muîd
ism-i şerîfi de îcad mânasına gelir. İcadın bir
benzeri daha evvel yaratılmış, meydana getirilmiş
ise, iâde; değilse, yani, benzeri, maddesi olmayan
yeni bir şey ise ibdâ denir. |
|
el-MUÎD
Yaratılmışları yok ettikten sonra tekrar yaratan...
Herşey mukadder olan ömrünü
tamamlayıp öldükten sonra, Allah'tan başka kimse
kalmaz, fakat varken yok olan bu insanları âhiret
günü Allah Teâlâ diriltip yeniden hayatlandırır,
yeniden yaratır. Sonra da dünya hayatlarında
yaptıkları işlerden hesaba çeker. |
|
el-MUHYÎ
Hayat
veren, can bağışlayan, sağlık veren...
Allah
Teâlâ, cansız maddelere hayat ve can verir.
Her gün, her saat, her saniye
yeryüzünde milyonlarca varlık hayat bulup dünyaya
gelmektedir. Bütün bunlar, Allah'ın emr ü
fermaniyle, yaratmasıyle ve müsaadesiyle olmaktadır.
Allah yoğu var edip hayat verdiği gibi, ölüyü de
tekrar canlandırabilir. Buna ihyâ, yani, diriltme
denir. Hayatı hiç yoktan veren zâtın, ölülere
yeniden hayat verip diriltmesi elbette son derece
kolaydır. |
|
el-MÜMÎT
Canlı bir
mahlûkun ölümünü yaratan...
Allah,
yarattığı her canlıya muayyen bir ömür takdîr
etmiştir. Canlı varlıklar için ölüm mukadder ve
muhakkaktır. Hayatı yaratan Allah olduğu gibi, ölümü
yaratan da yine O'dur.
Ancak bu ölüm, yok oluş, hiçliğe
gidiş değil, bil'akis fâni hayattan bâkî hayat
geçiştir. |
|
el-HAYY
Diri; her
şey'i bilen ve her şey'e gücü yeten...
Hayy,
diri demektir, bunun zıddına meyyit denir ki, ölü
mânasına gelir.
Allah Teâlâ ölmez, daima hâzır ve
nâzırdır. Yaşayan mahlûkatın hayatını veren de
O'dur. O olmasaydı hayattan eser olmazdı. O daima
fenâdan, zevalden, hatâdan münezzehtir. Her an Alîm,
her an Habîr, her an Kadîr'dir. |
|
el-KAYYÛM
Gökleri,
yeri, her şey'i ayakta tutan...
Kayyûm,
kâim'in mübalâğasıdır. "Her şey üzerinde kâim"
demektir. Bunun mânası "Bir şey'in kıyâmı, yani, bir
varlık sâhibi olarak durabilmesi neye bağlı ise, onu
veren" demektir.
Allah Teâlâ, her şey'in
mukadder olan vaktine kadar durması için sebeblerini
ihsân etmiştir. Onun için herşey Hak ile kâimdir.
|
|
el-VÂCİD
Hiçbir
şey'e ihtiyacı olmayan; istediğini, istediği vakit
bulan. Kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiç
birinden mahrum olmayan...
Ulûhiyet sıfatları ve bunların kemâli
hususunda kendisine gerekli olan herbir şey, şânı
yüce olan Allah'ın zâtında mevcuddur. |
|
el-MÂCİD
Kadr ü
şânı büyük, kerem ve semâhati bol...
Allah Teâlâ'nın kendisiyle âşinalığı
olan kullarına kerem ve semâhati ifadeye sığmaz,
ölçüye gelmez. Meselâ: Onları temiz ahlâk sâhibi
olmaya, iyi işler yapmaya muvaffak kılar da, sonra
yaptıkları o güzel işleri, hâiz oldukları seçkin
vasıfları sebebiyle onları över, sitayişlerde
bulunur. Kusurlarını afveder, kötülüklerini
mahveder. |
|
el-VÂHİD
Tek...
Zâtında,
sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde
asla
şerîki (ortağı) veya nazîri (benzeri)
ve dengi bulunmayan... |
|
es-SAMED
Hâcetlerin bitirilmesi, ızdırapların giderilmesi
için tek merci', ihtiyaç ve dileklerde kendisine
müracaat edilen, arzu ve bütün istekler kendisine
sunulan...
Allah Teâlâ, her dileğin biricik
merciidir. Yerde, gökte bütün hâcet sâhipleri
yüzlerini O'na döndürmekte, gönüllerini O'na
bağlamakta, el açarak yalvarmalarını O'na
arzetmektedirler. Buna lâyık olan da yalnız O'dur. |
|
el-KÂDİR
İstediğini, istediği gibi yapmağa gücü yeten...
Allah Teâlâ, kudretine bir ayna olmak
üzere kâinatı yaratmıştır. Gök boşluğunun ölçülmesi
mümkün olmayan genişliği içinde, akıllara hayret ve
dehşet verecek derecede birbirlerine uzak
mesafelerde milyarlarca güneşleri yandırmak...
Fezalarda, sayısı belirsiz âlemleri birbirine
çarpmadan koşturmak... Bir damla suyun içinde,
birbirine temas etmeden hesapsız hayvanatı yüzdürmek
Kâdir isminin tecelliyatındandır. |
|
el-MUKTEDİR
Kuvvet ve
kudret sâhipleri üzerinde istediği gibi tasarruf
eden...
Allah Teâlâ her şey'e karşı mutlak ve
ekmel surette Kâdirdir. Her şey'e kâdir olduğu
içindir ki, dilediği şey'i yaratır ve isterse onda
dilediği kadar kuvvet ve kudret de yaratır. |
|
el-MUKADDİM
İstediğini ileri geçiren, öne alan...
Allah Teâlâ bütün mahlûkatı
yaratmıştır. Fakat, ancak seçtiklerini ileri
almıştır. İnsanların bâzısını dince, dünyaca bâzısı
üzerine derece derece yükseltmiştir. Fakat bu
yükseltme ve seçme, kulların kendi amelleri ile ona
lâyık olmaları neticesinde olmuştur. |
|
el-MUAHHİR
İstediğini geri koyan, arkaya bırakan...
Allah Teâlâ istediğini ileri,
istediğini geri aldığı gibi, bâzan da kullarının
teşebbüslerini, onların bekledikleri zamanda
semerelendirmez, maksadlarını arkaya bırakır. Bunda
birçok hikmetleri vardır. Bu hikmetleri araştırmalı,
sezmeğe çalışmalıdır. |
|
el-EVVEL
Her
varlıktan mukaddem olan, başlangıcı olmayan...
Allah Teâlâ bütün varlıklar üzerine
mukaddem olup kendi varlığının evveli yoktur.
Kendisi için asla başlangıç tasavvur olunamaz. Onun
için Ona EVVEL demek, "ikincisi var" demek değildir.
"Sâbık'ı, yani, kendisinden evvel bir varlık sâhibi
yok" demektir. |
|
el-ÂHİR
Sonu
olmayan...
Herşey biter, helâk ve fenaya gider,
ancak O kalır. Varlığının sonu yoktur. Evveliyetine
bidayet olmadığı gibi, âhiriyetine nihayet yoktur.
Onun için Ona "Âhir" demek, "Bir sâbık'ı yani,
kendisinden evvel bir varlık sâhibi var" demek
değildir. "Bir lâhıkı yok" demektir. |
|
ez-ZÂHİR
Âşikâr
olan, kat'î delillerle bilinen...
Allah Teâlâ'nın varlığı herşeyden
âşikârdır. Gözümüzün gördüğü her manzara,
kulağımızın işittiği her nağme, elimizin tuttuğu,
dilimizin tattığı her şey, fikirlerimizin üzerine
çalıştığı her mâna, hâsılı, gerek içimizde, gerek
dışımızda şimdiye kadar anlayıp sezebildiğimiz her
şey O'nun varlığına, birliğine, kemal sıfatlarına
şâhiddir. |
|
el-BÂTIN
Gizli
olan; duyu organları ile idrâk edilemeyen...
Allah
Teâlâ'nın varlığı hem âşikardır, hem gizlidir.
Âşikârdır, çünkü varlığını bildiren delil ve
nişanları gözsüzler bile görmüş ve bu hakikatler
hakikatı yüce varlığa, eşyanın umumî şehadetini
sağırlar bile işitmiştir.
Gizlidir. Çünkü biz Onu künhüyle
bilemeyiz. Amma varlığını kat'î surette biliriz. |
|
el-VÂLÎ
Mahlûkatın işlerini yoluna koyan;
Bu
muazzam kâinatı ve her an biten hâdisatı tek başına
tedbîr ve idare eden...
Allah
Teâlâ bütün varlığı idare eden, biricik ve en büyük
vâlidir. Diğer vâliler ve hükümdarların idaresi,
O'nun izni ve müsaadesi iledir. Ve onların velâyet
ve idaresi, son derece nâkıstır.
Allah'ın
velâyet ve tedbiri ise sınırsız, gerçek ve
hakikîdir. Her şey emri ve iradesi altındadır.
Herşey'i bilir. Ondan habersiz mülkünde hiçbir
şey cereyan etmez. Âdile mükâfatını, zâlime cezasını
eksiksiz verir... Sebebler, O'nun icraat ve
idaresinde yardımcı değil, sadece izzet ve haşmetini
gösteren birer perdedirler. Hakikî te'sir, O'nun
kudretindendir. |
|
el-MÜTEÂLÎ
Yaratılmışlar hakkında aklın mümkün gördüğü her
şeyden, her hal ve tavırdan pek yüce ve pek
münezzeh...
Meselâ, bir zengin hakkında, "Bu adam
yarın fakir düşebilir", denebilir ve adam da
zenginken fakir olabilir. Fakat Allah Teâlâ
hakkında, bu gibi ihtimallerin düşünülmesi mümkün
değildir. O, her türlü noksanlık, eksiklik, zaaf,
âcizlik, hatâ ve kusurdan münezzehtir. İsteyenler
çoğaldıkça ihsanı artar, herkese hikmet ve iradesine
göre verir. Verdikçe hazîneleri tükenmez... |
|
el-BERR
Kulları
hakkında kolaylık isteyen; iyilik ve bahşişi çok
olan...
Allah Teâlâ kulları için daima
kolaylık ve rahatlık ister, zorluk istemez, zorluk
çıkaranları da sevmez. Yapılan kötülükleri bağışlar,
örter. Bir iyiliğe en az 10 mükâfat verir. Kul
gönlünden iyi bir şey geçirmişse, onu yapmamış olsa
bile, yapmış gibi kabûl edip mükâfat verir. Aksine
kötülükleri ise yapmadıkça cezalandırmaz. |
|
et-TEVVÂB
Tevbeleri
kabûl edip, günahları bağışlayan...
Bu ism-i şerîf, tevbe'nin mübalâğa
sîgasıdır. Tevbenin asıl mânâsı dönmektir. Kulun
isyan yolundan dönmesi demektir. |
|
el-MÜNTEKIM
Suçluları, adaleti ile müstehak oldukları cezaya
çarptıran...
Allah Teâlâ'nın intikamı vardır.
Âsîlerin belini kıran, cânilerin hakkından gelen,
taşkınlık yapan azgınlara hadlerini bildiren
şübhesiz ki O'dur. |
|
el-AFÜVV
Afvı
çok...
Allah
Teâlâ, günahları silen, onları hiç yokmuş gibi kabûl
edendir.
Bu mânaya göre bu isim, Gafûr ismine
yakındır. Ancak arada şu fark vardır: Gufran:
Günahları örtüvermek demektir. Afv ise, günahları
kökünden kazımaktır. Günahları kökünden kazımak, o
şey'i örtmekten daha iyidir. |
|
er-RAÛF
Çok
re'fet ve şefkat sâhibi...
Mahlûkat içinde bilhassa insanlar
için, Allah'ın inâyeti, kerem ve re'feti hiçbir
ölçüye ve ifadeye sığmayacak kadar geniş ve
büyüktür. |
|
MÂLİKÜ'L-MÜLK
Allah Teâlâ mülkün hem sâhibi, hem
hükümdârıdır. Mülkünde dilediği gibi tasarruf eder.
Hiçbir kimsenin O'nun bu tasarrufuna itiraz ve
tenkide hakkı yoktur... Dilediğine verir,
dilediğinden alır. Mülkünde hiçbir ortağa ve
yardımcıya ihtiyacı yoktur. |
|
ZÜ'L-CELÂLİ
ve'l-İKRÂM
Hem
büyüklük sâhibi, hem fazl-ı kerem...
Celâl;
büyüklük, ululuk mânasınadır. Büyüklük alâmeti olan
ne kadar kemâlât varsa hepsi Allah'a mahsustur.
Mahlûkattaki kemâlât, O'nun kemâlinin zayıf bir
gölgesi ve işaretidir.
Allah Teâlâ aynı zamanda büyük bir
fazl-ı kerem sâhibidir de... Mahlûkat üzerine akıp
taşmakta olan sayıya gelmez, sınır kabûl etmez
nimetler hep O'nun ihsanı ve ikrâmıdır. O nimetlerin
zerresinde olsun hiç kimsenin hakkı yoktur. |
|
el-MUKSİT
Bütün
işlerini denk, birbirine uygun ve yerli yerinde
yapan.
Mazlûma
acıyıp zâlimin elinden kurtaran.
Allah Teâlâ en üstün bir adalet ve
merhametin sâhibidir. Her işi birbirine denk ve
lâyıktır. Zerre kadar da olsa haksızlığı tervic
etmez. Kullarına muamelesi merhamet ve adalet
üzeredir. Yapılmış olan hiçbir iyiliğin zerresini
bile karşılıksız bırakmaz. İnsanların birbirlerine
karşı işledikleri haksızlıkları da düzelterek hakkı
yerine getirir. |
|
el-CÂMİ'
İstediğini, istediği zaman, istediği yerde toplayan.
Birbirine
benzeyen, benzemeyen ve zıd olan şeyleri bir araya
getirip tutan...
Cem,
dağınık şeyleri bir araya toplama demektir. Allah
Teâlâ, vücudlarımızın çürüyerek suya, havaya,
toprağa dağılmış zerrelerini tekrar birleştirecek,
bedenlerimizi yeni baştan inşa edecektir.
Allah Teâlâ birbirine benzeyen
şeyleri bir araya getirip topladığı gibi,
birbirinden ayrı varlıkları da bir araya
getirmektedir. Onların iç içe birlikte yaşamalarını
te'min etmektedir. Sıcaklık ile soğukluk, kuruluk
ile nemlilik gibi birbirine zıd unsurları bir arada
tutması da yine Allah'ın Câmi' isminin
tecellisindendir. |
|
el-GANİYY
Çok
zengin ve her şeyden müstağnî...
Ganiy, hiçbir şey'e ihtiyacı olmayan,
herşey yanında mevcud bulunduğu için hiçbir şekilde
başkasına müracaat mecburiyetinde kalmayan zât
demektir. |
|
el-MUĞNÎ
İstediğini zengin eden...
Allah
Teâlâ dilediğini zengin eder, ömür boyunca zengin
olarak yaşatır. Dilediğini de ömür boyunca fakirlik
içinde bırakır.
Bâzı
kullarını zenginken fakir, bazılarını da fakirken
zengin yapar.
"Kıyamet
günü fakirlik ve zenginlik tartılmayacak; fakirliğe
ne ölçüde sabredildiği, zenginliğe de ne ölçüde
şükredilmiş olduğu hesab edilecek. Mesele, çok fakir
veya çok zengin olmak değil, çok sabretmek veya çok
şükretmektir." ( Yahya
bin Muaz) |
|
el-MÂNİ'
Bir
şey'in meydana gelmesine müsâade etmeyen...
İyiden ve
kötüden pek çok arzularımız vardır ki biri bitmeden
biri ortaya çıkar. Yaşadığımız müddetçe bunlar ne
biter, ne de tükenir... Biz de bu arzularımızı elde
etmek için çalışır dururuz. Her arzumuz bir takım
sebeblere, sebebler de Mâni' ve Mu'tî olan Allah'ın
emrine bağlıdır. Allah Teâlâ isteyenlerin
isteklerini, dilerse verir; o zaman isteyenin
tuttuğu sebebler çabucak meydana gelir. Mu'tî ism-i
şerîfinin mânası budur. Allah Teâlâ bâzı isteklere
de müsaade etmez. O zaman isteyenin yapıştığı
sebebler kısır kalır, ne kadar çabalanırsa
çabalansın netice vermez. Bu da Mâni' ism-i
şerîfinin tecellîsidir.
Kullarının başına gelecek felâket ve
musibetleri önlemek, geri çevirmek de yine Mâni'
ism-i şerîfinin tecelliyatındandır. |
|
ed-DÂRR
Elem ve zarar verici şeyleri
yaratan... |
|
en-NÂFİ'
Hayır ve
menfaat verici şeyleri yaratan...
Menfaatları ve mazarratları, hayır ve
şerleri yaratan Allah Teâlâ'dır. İnsana menfaat ve
zararlar belli bâzı sebebler altında geliyorsa da, o
sebebler o menfaat ve zararların sâhibi ve müessiri
değil, birer perdesidir. Gerçekte zararın da
faydanın da, hayrın da şerrin de yaratıcısı
Allah'tır. |
|
en-NÛR
Âlemleri
nurlandıran; istediği sîmalara, zihinlere ve
gönüllere nûr yağdıran...
Bütün
eşyayı aydınlatan nûr, şübhesiz ki, Allah'ın zâtının
nûrundandır. Çünkü göklerin ve yerin nûru O'dur.
Nasıl ki, güneşin aydınlattığı her
zerre, güneşin varlığına bir delildir, kâinatın her
zerresinde görünen aydınlık da, o aydınlığı yaratan
varlığın mevcud olmasına bir delil teşkil
etmektedir. |
|
el-HÂDÎ
Hidayeti
yaratan.
İstediği
kulunu hayırlı ve kârlı yollara muvaffak kılan,
muradına erdiren.
Her
yarattığına, neye ihtiyacı varsa, ne yapması
gerekiyorsa onu öğreten...
Hidâyet;
Allah Teâlâ'nın lütuf ve keremiyle kullarına, sonu
hayır ve saadet olacak isteklerin yollarını
göstermesi veya o yola götürüp muradına erdirmesi
demektir. Sadece hayır yolunu ve sebeblerini
göstermeğe irşâd; neticeye erinceye kadar o yolda
yürütmeye de tevfîk denir.
Hidâyetin karşılığı dalâlettir.
Dalâlet, doğru yoldan bile bile veya iğfale
kapılarak sapmak demektir. Hidâyetin neticesi îman,
dalâletin neticesi îmansızlık ve küfürdür... |
|
el-BEDÎ'
Örneksiz,
misalsiz, acîb ve hayret verici âlemler îcad eden...
Zâtında,
sıfatında, fiillerinde, emsâli görülmemiş olan...
Bedî',
mübdî mânasınadır. Mübdî, ibdâ eden, yani örneği
bulunmayan bir şey'i îcad eden demektir.
Allah herhangi bir kuluna
peygamberlik veya velîlik vererek üstün kılmışsa, bu
üstünlükle o kul, kendi zamanındaki sair insanlara
nisbetle bedî' olmuştur. Bâzı âlimlere verilen
Bediüzzaman lâkabı gibi. Bu tâbir, zamanının eşsiz,
misilsiz âlimi mânasına gelmektedir. |
|
el-BÂKÎ
Varlığının sonu olmayan...
Bu ism-i
şerîf "varlığın devamını" bildiren bir kelimedir.
Varlığın devamı, önü ve sonu olmamakladır. Önü
olmamak mülâhazasıyla Allah Teâlâ'ya Kadîm, sonu
olmamak mülahazasıyla Bâkî denir. Bu mânalara yakın
Ezelî ve Ebedî ism-i şerifleri de vardır.
Allah Teâlâ'nın varlığı, devam
bakımından zaman mefhumu içine girmez. Çünkü, zaman
denilen şey, kâinatın yaratılmış olduğu andan
itibaren sonsuzluğa doğru akışının derecelerini
gösteren bir mefhumdur. Şu halde, zaman
yaratılmışlar başlamıştır ve onlarla bitecektir.
Kâinat yokken zaman da yoktu, fakat Allah Teâlâ
vardı. Kâinat biter, zaman da biter, fakat Allah
BÂKÎdir. |
|
el-VÂRİS
Servetlerin geçici sâhipleri elleri boş olarak
yokluğa döndükleri zaman servetlerin hakikî
sâhibi...
Allah Teâlâ mülkün gerçek sâhibi
olduğu gibi, gerçek vârisidir de. İnsanların mülk
sâhibi olmaları geçici olduğu gibi, varislikleri de
geçici ve muvakkattır. Mülkün gerçek vârisi, mülk
sâhibi Allah'tır. Kıyâmet hengâmında bütün canlılar
ölecek, bütün mülk tamamıyla O'na kalacaktır. |
|
er-REŞÎD
Bütün
işleri ezelî takdîrine göre yürütüp, bir nizam ve
hikmet üzere âkıbetine ulaştıran;
Her şey'i
yerli yerine koyan, en doğru şekilde nizama sokan...
Reşîd
isminde iki mâna vardır:
1. Doğru
ve selâmet yolu gösteren. Bu mânada Hâdî ismiyle eş
mânaya gelir.
2. Hiçbir işi boş ve faydasız
olmayan, hiçbir tedbîrinde yanılmayan, hiçbir
takdîrinde hikmetsizlik bulunmayan zât mânasındadır. |
|
es-SABÛR
Allah,
bir işi, vakti gelmeden yapmak için acele etmez.
Yapacağı işlere muayyen bir zaman koyar ve onları
koyduğu kanunlara göre - zamanı gelince - icra eder.
Önceden çizdiği zamandan, - bir tenbelin yaptığı
gibi, - geciktirmez. Ve kezâ - bir acelecinin
yaptığı gibi - zamanı gelmeden yapmağa kalkmaz.
Bil'akis her şey'i, hangi zamanda yapılmasını takdîr
buyurmuş ise, o zaman yapar.
|
|
|
Allah'ın isimleri 99 taneden ibaret değildir. Âyet ve
hadîslerde bu 99 isimlerden ayrı olarak Allah'a başka
isimler de izâfe edilmiştir.
Allah'a izâfe edilen diğer bâzı isimler şunlardır:
el-Vâhid'in yerine el-Ehad, el-Kahhâr'ın yerine el-Kâhir,
eş-Şekûr'un yerine eş-Şâkir; el-Kâfi, ed-Dâim, el-Münevver,
es-Sıddık, el-Muhît, el-Karîb, el-Vitr, el-Fâtır, el-Allâm,
el-Ekrem, el-Müdebbir, er-Refî', Zittavl, Zülmeâric, Zülfadl,
el-Hallâk, el-Mevlâ, en-Nasîr, el-Gâlib, el-Hannân, el-Mennân...
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah ism-i şerîfi 2800 defa
zikredilmiştir. Allah isminden sonra Kur'an'da en çok zikri
geçen isim, Rab ismidir. 960 yerde
zikredilmektedir.
Rab isminden sonra, Kur'an'da en çok yer alan isimler ise;
Rahmân, Rahîm ve Mâlik isimleridir. Fâtiha sûresinde "Allah"
isminden sonra sıra ile zikredilen bu dört ism-i şerîfe,
Cenâb-ı Hakk'ın Rubûbiyet Sıfatları adı da verilmektedir.
Terbiye etmek, büyütmek, yetiştirmek mânalarını ihtiva eden
Rab kelimesinin asıl mânası: "Bir şey'i derece derece
yükselterek, gayesi olan en mükemmele erişinceye kadar
kollayan" demektir. |
Allah Teâlâ'nın Kur'an ve hadîs-i şerîflerde zikredilen
isimlerinin en büyüğüdür.
İsm-i A'zam'ı, Allah, isimleri içinde gizlemiştir. Bunun da
hikmeti, kullarının bütün Esmâ-i Husnâ'ya rağbetini
sağlamak, kendisine bütün isimleriyle dua edilmesini te'min
etmektir. İsm-i A'zam belli olsaydı, insanlar yalnızca o
isimle dua ederler, diğer isimleri terkederlerdi. Çünkü
İsm-i A'zam'ın Allah katında büyük bir değeri vardır. Bu
isimle yapılan duaların mutlaka kabûl edildiği rivayet
olunmuştur.
İsm-i A'zam'ın Esmâ-i Husnâ'dan hangi isim olduğu hakkında,
İslâm âlimleri ayrı ayrı kanâatler ileri sürmüşlerdir. Büyük
ekseriyetin kanâatı, İsm-i A'zam'ın, lâfza-i Celâl yani
Allah ismi olduğudur. Hz. Ali Efendimize göre İsm-i A'zam
tek isim değildir. Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl,
Kuddûs'tan ibaret 6 isimdir.
İmam-ı A'zam'a göre, İsm-i A'zam, Hakem ve Adl olmak üzere
iki isimdir. Gavs-ı A'zam'ın İsm-i A'zam'ı, Hayy ismidir.
İmam-ı Rabbânî'ye göre de İsm-i A'zam, Kayyûm'dur.
Görüldüğü gibi İslâm büyükleri, İsm-i A'zam'ı farklı
isimlerde bulmuştur. Belki de herbirinin hususi âlemine
tecellî eden İsm-i a'zam değişik olmuştur.
Esmâ-i Husnâ içinde bir İsm-i A'zam olduğu gibi, her isim
için de a'zamî bir mertebe vardır. Bâzan bir ismin a'zamî
mertebesi, İsm-i A'zam ile karıştırılır; o isim a'zamî
mertebedeki tecellîsi sebebiyle İsm-i A'zam sanılır. İsm-i
A'zam'ın her âlime göre değişik olmasının bir sebebi de
budur. |
|